Bu Blogda Ara

9 Kasım 2023 Perşembe

10 KASIM GELİRKEN ASTROLOJİK AÇIDAN ÖLÜM VE 8.EV


*Başlangıçlar bitişler olmadan gerçekleşemez ve bitişleri her zaman başlangıçlar izler.
(Görsel Kaynak: voice of the sacred)

Yarın Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 85. yıldönümü ve astrolojide doğum kadar ölüm de önemlidir. Vefatın gerçekleştiği Ay durağı kişinin nasıl bir hayat yaşadığının ipuçlarını da verir. Atatürk’ün doğduğu gün tam anlamıyla bilinmemekte ve bu konuda pek çok rivayet bulunmaktadır. Atatürk’ün vefatı ise Haksa durağında gerçekleşmiş. Bu Ay durağı hak ile ilgilidir. 
Hayatı boyunca Türkiye’nin ve ülke insanının hakları uğruna emek vermiş, çabalamış ve savaşmıştır.

Astrolojide ölüm evi 8.evdir. Alan Oken bunu “The Eighth House—The Astrological Cyclotron” yazısında çok ilginç bir alegori ile açıklar:

“Atom bilimciler çalışmalarında siklotron adı verilen bir alet kullanıyorlar. Bu makine, atomları parçalayarak bu küçük birimlerin içindeki enerjinin, formları yok olurken açığa çıkmasını sağlar. Bu, atomun içerdiği potansiyel gücün yapıcı (bir şehri yönetmek için gerekli enerji) veya yıkıcı (atom bombası) amaçlarla başka alanlara yönlendirilmesine olanak tanır. Aslında atomun doğası, temel enerjisinin başka amaçlar için kullanılabileceği şekilde dönüştürülmüştür. Burçtaki Sekizinci Ev hayatımız açısından tam bir siklotrondur.”

Ölümle en çok beraber anılan kişilik kimdir deseler O ancak Mevlâna olabilir. Mevlâna 17 Aralık 1273'te gün batımında öldü. Ölüm yıldönümüne onun kutlu gecesi ya da düğün gecesi denir. Sevgilisi ya da dostu dediği varlıkla birleşmenin nefes almak kadar doğal olduğunu hissetmişti.

“Çünkü ölümüm, bana can gibi hoş geliyor; dirilmemle âdeta bir.

Ölümsüzlük ölümü bize helâl olmuştur; azıksızlık azığı, bize rızk ve nimettir.

Ölümün görünüşü ölüm, iç yüzü diriliktir; ölümün görünüşte sonu yoktur, hakikatte ise ebedîliktir.

Çocuğun rahimden, doğması bir göçmedir; fakat cihanda ona yeni baştan bir hayat var.”

Konya'daki türbesi hâlâ her ay binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. Mezarındaki yazıtlardan birinde şu cümle yazar: "Onu burada değil, onu sevenlerin yüreğinde arayın." Türbesinin iç tarafındaki kapısının üstünde çift hu vardır.

Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre hû, hiçbir varlığın müşahede edemeyeceği Allah’ın mutlak gayb ve sır olan zâtına işaret eder. Hû bazı mutasavvıfların lâhût, ceberût, melekût ve nâsût şeklinde sıraladıkları varlık mertebelerinin ilki olan ve künh-i zâta tekabül eden lâhût mertebesidir. Bu mertebe Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının hakikatidir. Dolayısıyla Allah isminin aslı “he” (ه) harfidir. Böylece canlıların alıp verdikleri her nefeste Allah’ın ismi olan “he” sesi vardır.

Sufiler sema, yani derin dinleme adını verdikleri şeyi en az bin yıldır denemektedir. Gece gündüz değişen müzik modları vardır. Bunu dinlemeye kendinizi verin. Bu, ruhun bize nasıl nefes verdiğinin ustalığıdır. Yeni bir anlam öğreniyoruz: işitme. Her anın bir müziği vardır. Yokluk yüzdüğümüz okyanustur. Mezar bunun içinde bir solucan deliğidir.

Alınan her nefesteki “he”nin kaynağı kalp, verilen nefesteki “he”nin kaynağı ise arştır. Hû kelimesindeki “vav” ise (و) ruhun ismidir.

Mevlana’nın cenazesine tüm dinlerin temsilcilerinin geldiği söyleniyor. Nedeni sorulduğunda her biri Mevlâna ve şiirinin kendi inançlarını derinleştirmenin bir yolu olduğunu söylediler. Mevlâna’nın bu evrenselci yönü en bilinen sözüyle anlaşılır: “Ne olursan ol, gel”


Kaynak: TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder